Türkiye’nin uzay hedefleri, sadece bir ulusun sınırlarını aşma arzusunu göstermiyor, gösterilen hedefe olan bağlılığının nihai nişanesi, ülkenin bilimsel, teknolojik ve ekonomik potansiyelini uzay keşifleri ve araştırmalarıyla birleştirerek küresel ölçekte etkin bir oyuncu olma çabasını yansıtıyor. Uzaya açılan kapılar, sadece teknolojik başarıları değil, aynı zamanda ulusal gururu da simgeler. Türkiye’nin uzay hedefleri, sadece bir roketin atmosferi delmesi değil, aynı zamanda bir milletin hayallerinin sınırlarını zorlamasıyla ilgili. Bu hedefler, gelecek nesillerin öğrenecekleri, gurur duyacakları ve ilham alacakları bir mirası simgeliyor.
“Çünkü sen ne tarih ne coğrafya
Ne şu ne busun
Oğlum Mernus
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.”
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sarsıcı mısraları, Türkiye’nin uzaya olan yükselişini anlatan bu hikâyede adeta yankı buluyor. Türkiye, artık “treni kaçırmış bir millet” damgasından kurtulmak zorunda ve belki de uzay, buna açılan bir kapı olacak.
Giriş kısmını tamamlayıp detaylara geçmeden önce serimizin diğer bölümlerini aşağıdaki bağlantılardan okumanızı öneririz:
Uzaya giriş
1932’de Karl Guthe Jansky’nin şans eseri bulduğu uzaydan gelen radyo yayınları, daha sonraki yıllarda radyoteleskopların doğmasına yol açtı. II. Dünya Savaşı sırasında Almanların geliştirdiği V-1 ve V-2 füzeleri, 1947-1956 yılları arasında ABD’nin girişimleri, Sovyet Rusya’nın 1957 yılında yörüngeye ilk konuşlandırılan “Sputnik” uydusunu geliştirmesi, ardından 1961’de uzaya ilk çıkan insan olan Yuri Gagarin ve en nihayetinde 1969’da ABD’nin Ay’a ilk insanları indirmesi…
Tüm bunlar uzay tarihinin mihenk taşları oldu. Türkiye, serimizin ilk iki bölümünde anlattığımız gibi, bu yıllarda sanayisini ayağa kaldırmakla meşguldü. Cumhuriyet ile başlayan hızlı devrimlerin devamının gelmemesi Türkiye’yi belki de uzay hedeflerinden kopardı. Ancak özellikle 90’lardan sonra uzay, yeni bir hedef olarak belirlendi. Şimdilerde ise Türkiye, uzay alanında kendi mihenk taşlarıyla yükselmeye çalışıyor.
Türkiye’nin uzay yolculuğu
Türkiye, hemen hemen her ülke gibi uzay araştırmalarına haberleşme uydularıyla başladı. 23 Nisan 1979’da ilk uydu yer istasyonumuz AKA-1 (Ankara-1) İngiltere‘yle 11 telefon kanalı kurularak servise verilirken 13 ülke ile haberleşme sağlandı. 1987’ye gelindiğinde Avrupa‘da ilk olarak uydu sistemi üzerinden video konferans ülkemizde gerçekleştirildi.
Ancak bunlar yeterli değildi. 1990’da Fransız Aerospatiale firması ile “Türksat Milli Haberleşme Uyduları” sözleşmesi imzalanırken hedef, Türkiye’nin uzayda kendi haberleşme uydusunu yerleştirmesi olmuştu. Aerospatiale tarafından üretilen ve 24 Ocak 1994’te Fransız Guyanası’ndan fırlatılan TÜRKSAT 1A uydusu Türkiye’nin ilk denemesi olsa da fırlatma sırasında Ariane 4 roketinde meydana gelen arıza sonrasında uydumuz ne yazık ki okyanusa düşmüştü.
BİLSAT, TÜBİTAK’ın Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü (TÜBİTAK UZAY) ve İngiliz uydu teknolojileri şirketi Surrey Satellite Technology Limited-Surrey (SSTL) işbirliği ile geliştirildi. Ortaklık kapsamında 8 araştırmacı İngiltere’ye uydu yapım sürecini öğrenmek için gönderildi.
Uydunun, Çok Bantlı Kamera (ÇOBAN) ve Gerçek Zamanlı Görüntü İşleme Kartı (GEZGİN) adı verilen, iki görev yükü TÜBİTAK UZAY tarafından ve yerli sanayi katkılarıyla Türkiye’de tasarlanarak üretilmiş ve BiLSAT uydusuna yerleştirilerek önemli bir bilgi birikimi kazanılmıştı. Uydu, 27 Eylül 2003 tarihinde Rusya’nın Plesetsk Rampası’ndan Cosmos-3 fırlatma aracıyla uzaya gönderildi.
TÜRKSAT 1B ve arkasından gönderilen TÜRKSAT 1C, 2A, 3A, 4A, 5A ve 5B uyduları yurtdışı firmalardan temin edilirken Haziran 2024’te fırlatılacak olan TÜRKSAT 6A ise TÜBİTAK UZAY önderliğinde TUSAŞ, ASELSAN ve CTECH firmalarıyla birlikte geliştiriliyor. Halihazırda birden fazla uydu projesi yürütülüyor. Önümüzdeki birkaç yıl içinde ise Türkiye’nin uzaydaki uydu sayısı 10’u geçecek gibi görünüyor.
Yeni hedef: Kendi uydunu kendin fırlat
ROKETSAN, 2 yıl gibi kısa bir sürede uzay teknolojilerinin denenmesi ve sistemlere uzay tarihçesi kazandırılması amacıyla bilimsel bir sonda roketi geliştirildi ve 2017 yılında uzaya ilk kez bağımsız erişim sağlandı. 2018 yılındaki sonda roketi uçuş testlerinin de %100 başarılı olarak gerçekleştirilmesi ile kademe ayırma ve atmosfer dışında kontrollü uçuş gibi pek çok teknoloji kazanılmış oldu.
29 Ekim 2018 tarihinde ROKETSAN, Türkiye’nin uzaya bağımsız erişim yeteneğinin bir adım öteye taşınmasını hedefleyen Mikro Uydu Fırlatma Sistemi (MUFS) Geliştirme Projesinin hayata geçirilmesi için Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) tarafından görevlendirildi. 29 Ekim 2020’de ise ROKETSAN, ilk kez sıvı yakıtlı roket motoru teknolojisiyle uzaya erişti. Fırlatılan SR-0.1 sonda roketinin ilk prototipi, 136 km irtifaya ulaştı.
Ağustos 2023’te fırlatılan SR-1 Sonda Roketi ise 300 km irtifa üzerine en az 100 kilogramlık faydalı yükü çıkartma yeteneğine sahip. SR-1 Sonda Roketinin ardından ROKETSAN, ŞİMŞEK Fırlatma Aracı üzerinde çalışıyor. 400 kilogram ağırlığında faydalı yüke sahip olacak ŞİMŞEK-1 Fırlatma Aracı ile 2027 yılında 550 km irtifaya çıkılması hedefleniyor. ŞİMŞEK-2 Fırlatma Aracı’nda ise firma, 700 km irtifa ve 1.5 ton yük hedefliyor.
Fergani projesinin detaylarına geçmeden önce çoğumuzun adını bile duymadığı bir isme parantez açmamız gerekiyor; Doç. Dr. Arif Karabeyoğlu.
Arif Karabeyoğlu ve DeltaV
Arif Bey, en basit şekilde yakıt olarak mumu kullanmak istiyordu. Hem bulunması hem işlenmesi son derece kolay olan mum, bir roket yakıtı olarak devrimsel olarak görülüyor. Elbette burada bildiğimiz mumdan bahsetmiyoruz, mumum hammaddesi olan parafinin hibrit motorlarda katı yakıt olarak kullanılmasından bahsediyoruz.
1999 yılında ABD’de Space Propulsion Group şirketini kurarak tahrik sistemlerine ağırlık veren Karabeyoğlu, çeşitli patentleriyle de itki sistemleri veya kısaca roket dünyasının önemli isimlerinden birisi.
Karabeyoğlu, muhtemelen dünyanın her ülkesinde en gelişmiş teknoloji ve uzay şirketlerinde alanında en üst konumda çalışacak, görev yapacak kalitede birisi. Ancak önünde bu imkanlar varken Türkiye’ye 2013 yılında dönmesi hem bizim için büyük bir kazanç hem de gurur verici bir dönüm noktası. Kendisinin sözleriyle gelme nedeni: “Bir oğlum oldu 2010 yılında. Dedim ki oğlum Türkiye’de büyüsün ve Türk olsun. En azından bir süre Türkiye’de yaşasın diye düşündüm. Dolayısıyla esas dönme sebebim ailesel diyebilirim.”
Ancak Karabeyoğlu, 90’lı yılların sonunda Türkiye’den ayrıldığı andan itibaren burasıyla iletişimi hiç kesmedi. Çalışmalarına devam ederek kendisini geliştirirken bir yandan da Türkiye’de uygun zemini bekledi. Tesadüftür ki 2013 senesi buradaki şartların çalışmalarını yürütebilmesi için uygun olduğuna karar verdiği yıl oldu. Türkiye’ye döndükten sonra 2017’de DeltaV Uzay Teknolojileri şirketini kuran Karabeyoğlu, hem burada Türkiye’yi uzaya taşıyacak itki sistemlerini geliştiriyor hem de aynı zamanda mühendis ve öğrenciler yetiştiriyor.
Ancak bu zirveler, arkasında daha büyük zirveleri gizleyen tümseklerden başka bir şey değil.
DeltaV’nin roketleri neden özel?
Şimdi, roket motoru basitçe itki kuvveti üreten bir motor olarak özetlenebilir. Ancak roketler diğer itki sistemlerinden biraz farklı. Mesela, arabalar kuvveti nasıl üretiyor? Tekerlerin itmesiyle. Peki bir uçak nasıl ilerliyor? Havayı hızlandırarak. Peki roketler? Roketlerde böyle bir şey mümkün değil çünkü sürtünecek bir hava yok. Dolayısıyla itkiyi aslında dışarıya yüksek hızlarda kütle atarak elde ediyorsunuz.
Daha önceki hibrit roketler 1990’ların sonunda polimerik malzemeleri, araba lastiği gibi malzemeleri yakıyordu. Karabeyoğlu’nun keşfi ile mumum yani parafinin de kullanılabileceği görüldü. Zira mum, diğer yakıtlardan 4 kat daha hızlı yanıyor. Bu da güçlü bir itki ve verim sağlıyor.
“İstikbal göklerdedir”
Yazımızın sonlarına doğru gelirken nihai hedeflere doğru yönelmemizin vakti geldi. Şimdi hem Roketsan hem DeltaV gibi firmalar Türkiye’de roketler geliştiriyor ve testlerini yapıyor. Peki, hedef ne?
Eğer DonanımHaber’i takip ediyorsanız Virgin Galactic firmasını duymuş ve firmanın uzay araçlarıyla uzay turizmi yaptığını öğrenmişsinizdir. Bu firma hibrit bir roket motoru kullanıyor. Yani hibrit motorlar ile uzay turizmi artık gerçekçi bir hedef. Bir diğer uygulama ise uzayda bunların kullanılması. Roketler ile uzaya uydular veya yükler taşıyorsunuz. Ancak uyduyu yörüngeye taşımak yeterli değil. Bu uyduları bir yörüngeden başka bir yörüngeye de götürmek gerekiyor. Bunu yapmak için hibrit roketler çok avantajlı. Çünkü, bir kere bunlar çok güvenli. Yakıt ile oksitleyici birbirinden uzakta, yani patlama riski çok düşük. Bir diğer avantaj, maliyet. Benzer sıvı ve katı roketlere kıyasla maliyetleri 5’te 1 veya 10’da 1 seviyesinde.
DeltaV’nin roketleri Türkiye Uzay Ajansı’nın 2028’de Ay’a iniş hedeflerinde de kullanılacak. Elbette havacılık ve uzayda tarih vermek riskli ancak birkaç senelik gecikme sık sık yaşanılan şeyler. Önemli olan bunların gerçekçi olması. Ve şimdi bunlar çok gerçekçi duruyorlar. Bir yandan rekabet de devam ediyor. ABD’nin Rusya’nın Çin’in Hidistan’un ve Avrupa’nın Ay ile ilgili büyük planları var. Elbette bu ülkeler bilgi olarak önde olabilir ancak Türkiye, tarihinde ilk defa kabiliyet olarak bu ülkelere çok yakın.
Fergani ile Türkiye, Starlink’e rakip oluyor
Şimdi benzer hedefleri olan başka bir firmaya geçelim.
Baykar CEO’su Selçuk Bayraktar’ın 2022 yılında kurduğu Fergani Uzay ile ilginç ve önemli hedefler belirlenmiş durumda. Fergani, ticari amaçla ürettiği uydular, bu uydularda kullanılan komponentler, faydalı yükler ve özgün itki teknolojilerle geliştirilen, Yörünge Transfer Araçları (YTA) ile uzay endüstrisinde pay sahibi olmayı arzuluyor.
Şirket tarafından üretilen 100 kg sınıfındaki mikro uydular 500-600 km irtifa aralığında hizmet verecek. Bu uydular haberleşme, coğrafi konumlandırma gibi çeşitli faydalı yüklere sahip olacak. Ku, Ka, S, L bandlarında haberleşme sağlayabilecek olan bu uydular küresel kapsama ağına sahip olacak. Bayraktar, bu uydulardan 5-15 yıl içerisinde 100’lerce fırlatılacağını söylüyor.
Peki Fergani’nin bu planları nasıl mümkün olacak? Ne Bayraktar’ın ne de Baykar’ın hem rokelerle hem de uzayla ilgili bir tecrübesi yok ki? dediğinizi duyar gibiyim. Ancak Fergani, tüm bu teknolojiler için özel bir isimle çalışıyor; Arif Karabeyoğlu.
Arif Karabeyoğlu, DeltaV ile zaten Space Tug dediğimiz bu araçlarla ilgili çalışmalar yürütüyordu. Ve bu araçlarda özgün hibrit roket teknolojileri kullanılacak. Bu yörünge araçları, birden fazla uyduyu taşıyarak bunları istenen yörüngeye götürecek. Yine bu sistemlerin Ay yörüngesinde de kullanılması planlanıyor.
Son sözler
Aslında yazımızdan da anlayabileceğiniz üzere hem Türkiye hem de Fergani’nin tüm hedefleri esasında Arif Karabeyoğlu ve onun hibrit roket teknolojisine dayanıyor. Ay hedeflerinden roketlere ve uydu sistemlerine kadar hemen hemen tüm uzay motorlarının altında Karabeyoğlu’nun parmağı bulunuyor.
Üç bölümlük yazı serimizde anlattığımız başarılar ve başarısızlıklar bizi bugüne getirdi. Şimdi, Arif Karabeyoğlu gibi, Atatürk’ün “Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz” sözünü birebir yansıtan isimlerle uzay artık bir hayal değil. Sadece bir zaman meselesi. Karabeyoğlu’nun ve Türkiye’nin yıllardır süren uzay çalışmalarıyla şekillenen değerli mühendisleri ile kabiliyet olarak geride olmadığımız bir yarışın içerisindeyiz.
Bugün SpaceX’in dev roketi Starship ve NASA’nın Artemis görevlerinde kullanacağı SLS roketleri yeni bir teknoloji kullanmıyor, roket olarak. Roket sistemleri 70’li 80’li yıllara dayanıyor. Ancak şimdi hibrit roketlerin gelişiyle birlikte Türkiye doğrudan rekabetin içerisinde bulunuyor. Bu sistemlerin maliyet noktasında da çok avantajlı olması projelerin ekonomik olmasını da sağlıyor.
Elbette Türkiye’nin uzay yeteneği bir ABD veya bir Çin, bir Hindistan veya Japonya değil. ABD dışında hem Avrupa hem de diğer ülkelerin uzay programları neredeyse tamamen devlet desteğiyle yürütülüyor. Bugün NASA bile maliyet noktasında SpaceX ile mukayese edilemeyecek kadar pahalı. Türkiye, özel sektördeki bu şirketleri ile ticari uzay trenini hızlı bir şekilde yakalayabilir. Buralardan elde edilecek kaynaklar da ileri uzay çalışmalarının finansmanını sağlayabilir.
Arif Karabeyoğlu’nun liderliğindeki ekip ve Türkiye’nin uzaydaki cesur adımları, sadece bir milletin geçmişini değil, geleceğini de şekillendiriyor. Otobüsü kaçırmış bir milletin çocukları olarak, hibrit roketlerle gökyüzüne yükselmenin heyecanını taşıyoruz. Artık uzay, sadece bir hayal değil; Türkiye’nin geleceğine ışık saçan bir gerçeklik.